Korunması gereken doğal alanlar, küresel ve ulusal ölçekte yapılan kısıtlama belirlemeleri ile uzun zamandır özel mülkiyet malikleri açısından sorun olma özelliğini devam ettirmektedir. Bireylerin iradelerinden daha üstün tutulan ve kamu gücü kullanılarak tek taraflı olarak belirlenen bu kısıtlamalar ile maliklerin mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir. Yapılan kısıtlamalar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasında adil bir denge kurulamadan yapılmakta, sonuç olarak ortaya fiili ya da hukuki el atma ile hak ihlali sorunu ortaya çıkarmaktadır.
Ulusal ve küresel boyutta kurulan teşkilatlanmalar ile doğal alanların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerekliliği ile özel mülkiyet maliklerinin görüşleri alınmadan kısıtlama kararları alınmakta, mülkiyet hakkının evrensel ilkelerden olduğu göz ardı edilerek adeta maliklerin mülkiyet hakkı karşılıksız olarak ellerinden alınmaktadır.
Hak arama özgürlüğü ve adaletin denkleştirilmesi ilkeleri çerçevesinde verilen yargı kararları ile bu mağduriyet giderilmeye çalışılmaktadır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Anayasa, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Türk Medeni Kanunu başta olmak üzere, kamu yararı gereği korunması gereken alanların mülkiyet yetkilerinin kısıtlanması halinde ölçütleri ve malikin zararını giderici yöntemleri belirleyen kurallar başta olmak üzere, yüksek mahkemeler, uygulamaları ile maliklerin zararının giderilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir.
Doğal sit alanları da korunması gerekli alanlardandır. Ancak, bu alanların öncelikle bilimsel çalışmalar ile belirlenmesi ve sınırlarının çizilmesi gerekmektedir. Yıllardır yapılan doğal sit alanı belirleme çalışmaları ne yazık ki bilimsellikten uzak çalışmalardır. Habitat özelliği, nesli tehlikede/nadir, yayılımları dar ve endemik olan bitki ve hayvan türlerinin varlığı ve yoğunluğu dikkate alınmadan, tamamen masa başında çizilen sınırlar ile yapılan çalışmalar ne yazık ki özel mülkiyet mağdurlarının sayısını da artırmıştır.
2011 yılından itibaren yapılan çalışmalar, mülkiyet mağdurlarına her ne kadar ışık/umut olsa da, devam eden süreçte yine hayal kırıklığı yaratmıştır. İyi başlayan çalışmalar yine sermaye güç odaklarının baskılarıyla bilimsellikten çıkmış ve yine/yeni mağduriyetlere yol açmıştır.
Bu çerçevede esasen en umutlu süreç yine yargı kararları ile ortaya konmuştur. Mahkeme kararları ile umut olan süreç ısrarcı idari kararlara rağmen devam etmektedir. Yine de, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 15. madde çerçevesinde, kamulaştırma ya da takas talebinde bulunma zorunluluğu ve bu talep ve devam eden sürecin çok uzun olması, mağdur maliklerin yargıya başvuru hakkını geciktirmektedir.
Yargı sürecinin önündeki bu engelde özellikle, idare tarafından kamulaştırma talepleri yeterli bütçe olmadığı sebebiyle reddedilmekte, malikler zorunlu olarak takas sürecine mahkum edilmektedir. Takas başvuruları ise değer takdir komisyonunca malikin taşınmazının değerinin düşük, hazine taşınmazının değerinin ise yüksek gösterilmesi sebebiyle çıkmaza girmekte, malikin mülkiyet hakkına ya da karşılığı olan tazminata ulaşması önünde engel teşkil etmektedir.
Bu durumda, uzunca zaman idare tarafından karşılanmayan ve sonuçlandırılmayan takas başvurularının, açılacak olan dava karşısında mahkemelerce; mağdur malikin belirsiz süreyle bekleme yükümlülüğüne sokulamayacağı gerekçesiyle kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.
Haklının haksız karşısında korunması, zayıfın güçlü karşısında korunması, bireyin/vatandaşın Devlet karşısında korunması, adliyenin ve özellikle idare mahkemelerinin en temel görevidir. 23.11.2020