Arkeolojik Sit Alanlar kitabı kapağı

Önsöz-1

Ülkemiz sahip olduğu doğal güzellikler, bereketli topraklar ve iklim özelliklerinden dolayı, insanoğlunun en gözde yerleşim alanlarından birisi olmuştur. İnsanoğlunun geçmişten günümüze bıraktığı izler, Anadolu’nun geçmişi ile günümüz arasında köprü oluşturur. Bu nedenle Anadolu’da yaşamış ve iz bırakmış medeniyetlerin bıraktıkları eserler, bize yaşadığımız coğrafyanın ne kadar önemli olduğunu açıklamak için yeterli bir sebeptir. Geçmişten günümüze kadar aktarılan eski medeniyetlerin izlerini ve bıraktıkları eserleri gelecek kuşaklara aktarmak hepimiz için bir vatandaşlık görevidir. Türkiye, bulunduğu coğrafi bölge göz önüne alındığında, üzerinde en fazla tarihi eser bulunduran ülkelerinin başında gelir. Ülkemizdeki tarihi eserlerin bulunduğu birçok alan geçmişten günümüze deprem, istila ve yakıp yıkma gibi badireler atlatmasına rağmen, hala görkemli ve ihtişamlı duruşunu korumaktadır. Ülkemiz sahip olduğu tarihi değerlerin birçoğunu daha farkına varamadan kaybetmiştir. Günümüzde Anadolu’dan kaçak yollarla yurt dışına çıkartılan birçok tarihi eser, insanoğlunun geçmişine ışık tutar niteliktedir. Türkiye, hem kendi topraklarından kaçak yollarla yurt dışına kaçırılan eserleri geri almak, hem de var olanları daha etkin koruyabilmek amacı ile 1982 yılında, 1972 tarihli “Paris Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi”ni imzalamış ve böylece arkeolojik değerlerin korunmasına yönelik önemli bir sürece dahil olmuştur. Takip eden yılarda 1983 yılında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile “sit” kavramı tanımlanmış ve korumaya yönelik ilkeler belirlenmiştir. Sürdürülebilir koruma, sadece çıkartılan kanunlar ve alınan kararlar ile yürütülebilecek kadar basit değildir. Gerçek manada koruma yapabilmek için hukuksal boşlukların giderilmesi ve günümüz mevzuatına uyarlanması gerekir. Ülkemizin en büyük sorunlarından birisi herkesin kendi uzmanlık alanı açısından olaylara bakması, değerlendirme yapması ve başkalarının görüşlerine hiç itibar VIII Önsöz etmemesidir. Günümüzde gerek arkeolojik sit, gerekse de doğal sit alanları ile ilgili hem kamuyu hem de özel sektörü ilgilendiren bir çok sorun mevcut olup bu sorunlar gelişen teknoloji ve bilimsel verilere dayalı olarak her geçen gün azalması beklenirken giderek daha karmaşık hale gelmektedir. Arkeolojik sit alanlarında karşılaşılan sorunlar, hukukçuların kolay kolay karar verememeleri nedeniyle yıllarca sürmekte ve birçok mağduriyete yol açmaktadır. Arkeolojik sit alanlarının hukuksal problemlerini ayrıntılı bir şekilde irdeleyen bu eserin, arkeolojik sit alanları ile ilgilenen hem hukukçulara hem de diğer paydaşlara yol gösterici ve kolaylaştırıcı olacağına yürekten inanıyorum. Hem hukukçu kimliği ile hem de doğasever özelliği ile tanımaktan şeref duyduğum arkadaşım Avukat Can Eröksüz’ü hazırlamış olduğu çok değerli eserinden dolayı içtenlikle tebrik ediyorum.

Saygılarımla, 31.12.2017 Prof. Dr. Hayri DUMAN

Önsöz-2

Arkeolojik sit alanları geniş anlamda “insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlar” olarak tanımlanmaktadır. İçinde yaşadığımız Anadolu topraklarında, tarih boyunca birçok uygarlık kurulmuştur. Ayrıca, medeniyete giden yolda birçok aşama Anadolu topraklarında kat edilmiştir. Arkeolojik çalışma sonuçları da, insanlığın ilk yerleşimlerinin çoğunun Anadolu topraklarında olduğunu göstermektedir. Anadolu için, “Uygarlıkların Beşiği” tanımı yapılması bunun sonucudur. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de eski uygarlıkların bıraktıkları eserler ve yerleşim alanları, “arkeoloji” bilimi sayesinde gün yüzüne çıkartılmaktadır. Dünyada ilk arkeolojik çalışmalar 16. yüzyıla kadar uzansa da ülkemizde ilk arkeolojik kazı, 19. yüzyılın sonlarında gerçekleşmiştir. Cumhuriyet döneminde, arkeoloji bilimine ve arkeolojik kazı çalışmalarına verilen önem sayesinde, pek çok arkeolojik eser ve yerleşim alanı gün yüzüne çıkartılarak insanlığa kazandırılmıştır. Arkeolojik eserler ve yerleşim alanları ortaya çıktıkça bunların nasıl korunacağı konusu da gündeme gelmiştir. Türkiye 1982 yılında, 1972 tarihli “Paris Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi”ni imzalayarak arkeolojik değerlerin korunmasına yönelik büyük bir adım atmıştır. Bu adımı, 1983 yılında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesi izlemiştir. Kanunda “sit” kavramı tanımlanmış ve koruma ilkeleri belirlenmiştir. Daha sonra çıkartılan ilke kararları ile arkeolojik sitler derecelendirilmiş, koruma ve kullanma koşulları belirlenmiştir. Türkiye’de, gelinen bu noktada arkeolojik değerler, taraf olduğumuz milletlerarası antlaşmalar, 2863 sayılı Kanun ve ilke kararları başta olmak üzere birçok mevzuat ile koruma altına alınmıştır. X Önsöz Koruma, sadece mevzuat ile gerçekleştirilecek bir eylem değildir. Koruma; mevzuatın yanında; uygulama, teşkilatlanma, bilinçlendirme, tanıtma ve katılım ayaklarının kurulmasıyla başarılı olabilmektedir. Ülkemizde, korumanın tüm yönleriyle yapılamamasından kaynaklanan sorunlar bir hayli fazladır ve bu sorunlar gün geçtikçe de katlanmaktadır. Arkeolojik sit alanlarında tescil, yeniden değerlendirme, kamulaştırma, trampa, mülkiyet hakkı sınırlandırması ve koruma amaçlı imar planı süreçlerinden kaynaklanan mağduriyetler hukukçuların çözüm aradıkları sorunlardır. Bu bağlamda, arkeolojik sit alanlarının özellikle hukuksal boyutlarını ayrıntılı bir şekilde ortaya koyan bu kitabın, arkeolojik sit alanları ile ilgili sorunların çözümünde rehber bir eser olduğuna inanıyor, konuyu tüm yönleriyle aktaran bu eseri bizlere kazandırdığı için, değerli dostum Avukat Can Eröksüz’ü içtenlikle kutluyorum. Saygılarımla,

Umut CIRIK Şehir Plancısı

Tags:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir